Cemil ile Cemile, aynı mahallede büyüdüler.
1980’lerin sonları.
Apartmanlar şimdiki kadar yaygın değil, evler ekseriyet müstakil.
Toplum kapalı.
Öyle sevgili olmak, gezmek dolaşmak ne mümkün?
Uzaktan uzağa sever birbirini o zamanın gençleri.
Ve de baraj sorusu o zamanlar üniversite sınavları…
*
Sınava girecek misin?
Girersen kazanabilecek misin?
Kazanırsan gidebilecek misin?
Gidebilirsen okulu tamamlayıp mezun olabilecek misin?
*
Sınavı kazanırsa çünkü genç kıza “evlen artık” baskısı 4 sene daha ertelenecek.
Genç erkeğe de “Askerliği aradan çıkar, bir an evvel hayata atıl” baskısı 4 sene daha ertelenecek.
*
İşte Cemil ile Cemile, böylesi bir dönemde, böylesi bir psikolojik ve sosyal baskı altında girdiler üniversite sınavlarına.
*
Sınavlar da o zaman sınav ha!
Sorular zorlu mu zorlu…
Bırak iyi bir üniversiteyi barajı geçmek bile herkesin harcı değil.
Hem şimdiki gibi 250 tane üniversite de yok.
Henüz her apartmana bir özel üniversite dönemi başlamamış.
Her ile bir üniversite kampanyasına da daha beş on sene var.
Yurt genelinde 30 tane üniversite ya var ya yok.
*
Onun için üniversite sınavına girenler mahalleden, köyden kaymakam gibi uğurlanır.
Postacı üniversite sınav sonucu kağıdını getirdiğinde mahallede nefesler tutulur.
Eğer genç kızlardan ya da genç erkeklerden biri üniversiteyi kazanmış olursa kasaba çalkanır, olay olur!
Üniversite kazanmak öyle bir şey işte…
*
Cemil ile Cemile, on binlerce yaşıtları gibi, gelecek kaygısını üniversite sınavlarına endeksleyerek geçirdiler birkaç yıllarını.
İnsan doyardı doymasına, aç kalmazdı.
Bir işi gücü de olurdu insanın eninde sonunda, işsiz kalmazdı.
Bir evi barkı da olurdu insanın, sokakta kalmazdı ya…
Fakat olmuşken iyisi olsundu.
İyi yaşamak, iyi yemekler yemek, rahat bir iş, güzel ve geniş ve de kaloriferli, asansörlü bir ev olsundu olmuşken.
Hem Türkiye gibisi var mıydı?
*
Cemil ile Cemile, üçüncü denemelerinde, 1991’de kazandılar fakülteyi.
Uyum süreciydi, alışmaydı, sağ sol olaylarıydı, öğrenci dernekleriydi derken oyalandılar okulda beş altı sene.
Gelecek kaygısını kamuya atanmaya endekslediler birkaç sene de.
Üniversite mezunu işsiz kalmazdı, mutlaka iş bulurdu da olmuşken iyisi olsundu.
İyi bir memuriyet.
Sonra bir bakmışsın şeflik.
Bir bakmışsın müdür yardımcılığı.
Müdürlük…
Neden olmasın?
*
Cemil ile Cemile üniversiteyi bitirdikten kısa süre sonra atandılar kamuya.
Devlet memuru oldular.
Cemil askerliği yedek subay olarak yapınca, düğün paralarını da çıkardılar.
Evlendiler.
Çoluk çocuğa karıştılar.
Ev kredisine girdiler.
Otomobil sahibi oldular.
Çocuklara iyi kreşler, kaliteli özel okullar.
25 yıl böyle geçti devlet memuriyetinde.
O 25 yıl içinde gelecek kaygısı yaşamadılar.
Geleceği planladılar.
Birikim, yatırım filan…
*
Emekliliği de hak ettiler.
*
Fakat…
Birkaç yıldır, çeyrek asırlık devlet memuriyetinin ardından…
Evleri, otomobilleri, çocukların okul taksitlerini karşılayacak kadar birikimleri, en kötü ihtimal 2 tane emekli maaşları olsa da…
Gelecek kaygısı yaşıyor Cemil ile Cemile!
*
Gelecek kaygısı, evet, yanlış okumadınız.
Yaşları 60’a yaklaşmışken…
Devlet memuriyetinde o kadar hizmet edip de tam ayaklarını uzatıp oh be biraz dinlenelim diyecekleri çağda…
Gelecek kaygısı yaşıyor Cemil ile Cemile.
*
Bazen, “evimizi kaybeder miyiz emekli olunca” diye geçiyor akıllarından.
Bazen, daha da ileri gidiyorlar, “on beş yıl sonra, yaşımız yetmişi geçince, belediyeden yemek istemek zorunda kalır mıyız” diye geçiriyorlar akıllarından.
Emeklilerin halini gördükçe…
*
Bazen ya çocukları tutuklarlarsa diye korkuyorlar, bazen ya çocuklar işsiz güçsüz kalırsa diye.
*
Pek kimseye anlatmıyorlar…
Cemil ile Cemile, devlet memuriyetindeki çeyrek asrın ardından, yaşları 60’a yaklaşmışken, zaman zaman kendi aralarında müzakere ediyorlar.
Cemil, “Kanada’dan yerleşim isteyelim” diyor.
Cemile, “Almanya’nın iltica şartlarına bakalım” diyor.